Elma Mısın Karpuz Mu ?

 Selam Millett...

    Yazmayalı uzun zaman oldu bal köpüklerim. Travmalarıma travma katmakla meşguldüm ahahah.
    Kendimi son günlerde tuhaf hissediyorum. Bir deniz feneri gibi. Bu arada dünyada en sevdiğim aktivelerin arasında başı çeker geceden sabaha kadar dönüp duran deniz fenerinin ışığını izlemek. Küçükken yaşadığım şehirde büyük bir deniz feneri vardı. Balkondan hafif sarkınca (sakın denemeyin çocuklarr) onun loş ışığını görebiliyordum. Büyüyünce o ışık ben oldum.

    Son iki haftadır hiçbir şey hissetmiyorum. Bir insanın hiçbir şey hissetmemesi normal mi ? Gece olduğunda "vay be bugün de bitti" diyorum. Yaşamım koca bir panjura döndü. Gündüzleri açılıyor, geceleri kapanıyor. Aslında bu hissizliğimi birçok beklentimin gerçekleşmemesine bağlıyorum ya da bir hevesle istediğim belki de onun mutluluğundan uyuyamadığım olayların içine girdiğimde aslında o kadar da şatafatlı olmadığını gördüğüme bağlıyorum. Oblomov ve Volkan Konak karışımı bir şey oldu hislerim. Hani derler ya İsviçreli bilim adamları; "Boğulmamak için akıntıya karşı yüzmeyin. Akıntıya bırakın kendinizi." İşte ben çoktan boğulmuş da öylesine sürüklenen bir ceset gibi hissediyorum. Gidiyorum ama nereye takılana dek sürükleneceğim?

    Son birkaç haftadır hayatımda zevk aldığım hiçbir şey yok. Bunu dert yanmak için söylemiyorum. Aslında bu can sıkıntısı insanın daha önce yönelmediği yönlere yönelmesini de sağlıyor. Örneğin kendimi birazcık spritüel güçlere bıraktım. Yapabilirsem "üçüncü gözümü" açmak istiyorum. Aslında açtığımı da hissediyorum. Örneğin 3 gün önce; "Şu sıralar böyle bir şey olacağını hissediyorum. Büyük ihtimalle başıma böyle bir iş gelecek ama inşallah gelmez." dediğim şey başıma geldi. Bir şeyi yoğun olarak hissettiğimde direkt full HD olarak izliyorum. Bu durumda aslında bende hevessizliğe sebep oluyor. Hiçbir şeye heyecanım kalmadı çünkü hissedebiliyorum.

    Diğer hevessizlik durumlarımdan birisi ise herkesleştiğimi hissediyorum. Bence bu dünyanın en karanlık duygularından birisi. Herkessin yani. Kimse için hiçbir şey ifade etmeyen bir insansınız. Sokakta gördüğünüz sağa sola yürüyen insanlardan birisisiniz. Bunu, hayatımızın başrolü olmakla  karıştırmayın. Hani bazı kitaplar da vardır. Başroldür ama kitap öylesine, dümdüz biter. Yani aslında hiçbir olay yaşamaz. Hayatı öylece kapanır gider. İşte öyle bir boşluk.
    Bu durumu tetikleyen olaylar yaşadım. Örneğin yeteri kadar pekiçtireç almadım. Çok sevdiğim bir şeyi yaparken sanki aslında o iş tarafından sevilmediğimi düşünüyorum. Örneğin; boyama yaparken aslında çok kötü boyuyorum da kimse resmime bakmak istemiyormuş gibi. Ama sorsan iyi bir ressamındır. kendine has tarzın var, resim yapmayı bırakma derler. İşte öyle bir riyakarlık içerisindeyim.

    Bu herkesleşme aydınlanmasını bir arkadaşıma kızarken fark ettim. Aslında artık arkadaş değiliz. Ona demiştim ki; "Herkes seni bedenin için seviyor. Bunun farkındasın da çünkü hoşuna gidiyor. O yüzden hayatına giren insanları çabucak çıkartıp yerine başka insanları koyabiliyorsun Herkesi bir et parçası olarak gördüğünden herkes senin için aynı."
    Bu söz oldukça ağır. Genelde tartışmayı bu yüzden sevmem çünkü hep ağır sözler kullanıyorum. Tatlı dille konuştuğunda insanlar seni anlamıyor ya da zaten bilindik cümleler duyduğundan seni kaale almıyorlar. Ama aslında bu sözlerimi can yakmak için söylemiyorum. Benim için ne kadar kıymetli olduğunu, dış görünüşünden ziyade senin içindekileri görebildiğimi söylüyorum. Seni giyiminden kuşamından üstünkörü anlayabilirim ama elma yerine karpuz tercihimdir. İnsanlar yenilebilir kolaylığından ( basitçe anlaşılabilirliğinden ) elmayı tercih eder hatta kocaman, kırmızı, parlak bir elma. Bu elmanın çürük olabileceği kimsenin aklına gelmiyor çünkü dışı güzel ve bazılarının saatlerce kabuğunu soyup ellerini kirletmeye hiç vakti yok.
    Tabi bende bazen işler karışıyor. Karşımdaki insana elma mısın yoksa karpuz mu? olduğunu anlayabilmem çok ince bir çizgi gerekiyor. Kime karpuzmuş gibi uğraşsam da aslında içi çürük bir elma çıkıyor. 

    Benim mantığıma göre örnek verecek olursak, bir patronun ekibinin herkes gibi olmadığını düşünmesi gerekir ve bunun için de ekibini sevmesi, ekibindeki her bir insana olumlu pekiçtireçler vererek onlara özel olduğunu hissettirmesi gerekir. Çünkü onlar herkes değildir. Onlar artık senin bir parçan. Eğer herkes gibi davranacaksan ekibin neden sana özel davransın ki? 
    Ya da ilk ilişkiler döneminde. İnsanlar hemen özel bir şeyler olsun istiyor. "Dur konuşalım biraz, birbirimizi tanıyalım." derseniz. " Ohooo sen de herkes gibi benimle konuşacaksan işimiz var." moduna girip sizi çok güzel bir şekilde herkesleştirebiliyorlar. Artık gerçekten insanların sabrı yok. Ne bir insanla konuşmaya, ne anlaşılmaya, ne anlaşmaya, ne birini sevmeye, ne sevilmeye ne de hislerinin okşanmasına...

    Artık sevilmenin ve sevmenin çok uğraştırıcı bir iş olmadığı bir dünyaya ışınlanmak istiyorum. İnsanların özgürce sevdiği ve sevmekten utanmadığı, çekinmediği onu şımartırım da benden ayrılır şüphesinin ya da sevgimi söylersem beni cepte görür korkusunun yaşanmadığı bir evrene ışınlanayımm... Bu sözlerim her kim olursa olsun için. Çok sevdiğimiz bir arkadaşımız, dostumuz, sevgilimiz, idol aldığımız kişi, platoniğimiz... Bütün sevebildiğimiz insanlar için geçerli. 
    Ama kendim için kötü bir haber. Maalesef elimdeki heybemin içini açıp baktığımda koca bir koleksiyoncu olduğunu gördüm. Herkesleştirebilenlerin koleksiyoncusu. Aslında hayatımda önemli kıldığım kim varsa onlar için herkesten ibaretmişim.  On sene öncesinden "Herkesleşme herkes leş" sözleri atan o bıçkın delikanlı, şimdilerde " Herkesin aynı olmadığını herkesleşince anlarsın" sözlerini zikrediyor. Bu sözün ağırlığı çok fazla ve beni bir miktar eziyor. 

    Artık insanların gözlerinin içine baktığımda o ışığı göremiyorum yani "Özelmişlik" hissini. 
"Evet iyi arkadaşız ben onu çok severim" dediğim insanların aslında onların hayatındaki yerinin boşluk doldurmaktan ibaret olduğumu apaçık görebiliyorum. Ya da sana özelmiş gibi hissettirip  aslında diğer herkese de özelmiş gibi hissettiren insanları anlıyorum. Bazen keşke bu durumları anlamasa da bu kadar düşünmesem diyorum. Bazı şeyleri bilmemek isterdim ya da insanların yüzlerinden okumamak. Belki o zaman daha mutlu olabilirdim. 

    Sonuç olarak ben de hiçbir şey olmaya karar verdim bir süre. Belki de kendi halinde, yuvasına çekirdek için götüren bir karınca. Aslında bu kadar önemliyken insan, neden bu kadar değersizleştirir insan ? Ya da Bihter Ziyagil gibi birilerinin hayatında zorla yer mi açmaya çalışıyorum kendime? Olmazsa olmaz insanlarımı çok mu abartıyorum? onlar için olmasa da olur muyum ? Bilmiyorum. Ama bundan sonra "olmazsa yokum." Çünkü tek başına çabalama enerjimi kısa süre önce tükettim. Yakıtımı ne kadar doldururlarsa o kadarlık yol alıyorum.

Kendinizi iyi bakın ve artık kendiniz için yaşayın.
Sevdiklerimizle dolu bir toplumda zor ama onların sizi ne kadarlık sevdiklerini hatırlayın. O zaman işler daha çok kolaylaşıyor.
Gösterilmeyen sevginin kölesi olmayın.

MORİ
















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Düğünde Beyaz Giyen Bir Görümce Kadar Manipülatif !

Ağlak Kedi Yavrusu Sendromu ( Part Part Anlatım)

Fotoğraf Öykücülüğü... İlham: Tom Hanks