Düğünde Beyaz Giyen Bir Görümce Kadar Manipülatif !

    Bu sabah büyük bir gürültü ile uyandım. Soğuk ve inanılmaz bir sarsıntıyla. Başımı yastıktan  kaldırdığım zaman, kulaklarımdaki geceden kalma korkunç uğultular sustuğunda büyük bir kahkaha sesi duydum. Dokuz büyük Rahip başımın üzerinde koca kel kafalarıyla dönüp duruyor ve yumurta gibi pürüzsüz suratlarıyla hunharca, gözlerinden yaşlar gelene kadar yataktaki halime gülüyorlardı.

Sabahın 06:42'si. Sizce de zulmetmek için acımasız bir saat dilimi değil mi?

Ama susmak bilmiyor, güldükçe daha da hızlanarak dönüyorlardı. Biraz kendime geldikten sonra içlerinden en sarkık yanaklısı diğer sekizini arkasına alarak:

"Öğrendin sonundaa" dedi

"Neyi öğrendim?"

"İnsan sevdiğini düşmanından daha zor affeder. Bu sabah bir ilk yaşamayacaksın. Hepimiz iyi biliyoruz. Burası ilk uyandığın o tuhaf yer değil. Hatırla. Bu anları yaşamadık mı?"

"Döngüde miyim? Dört-beş senede bir tekrarlanan kısır bir döngüde ? Hatırlıyorum tabii ki, beş sene önceydi. Bu ilk hayal kırıklığım değil. Bu seferki beni ne kadar yaralamış olabilir?"

"Bu seferki..." Biraz düşündükten sonra diğer sekizine döndü, fısıldaştılar. "Henüz karar veremedik çünkü sonunu biliyordun. Bu seferki pek eğlenceli olmadı. Bunun için hayatında değişen bir şey de olmadı. Yeni bir tecrübeydi. Günün sonunda o tatlı masum kız her şeyi mahveder.

"Sanki aynı sonda biten 'yeni tecrübelere' ihtiyacım varmış gibi mi gözüküyor? İşte sana bir gerçek; Aynı dalda yetişen elmaların tadı ayrı olmaz. Siz de bunu öğrenemediniz."

"Ama sana iyi insanlar da gönderdik. En az 4 ayrı kişi. Aynı dalın elmaları değildi. Onları fark etmen büyük bir mucizeydi."

"Yeryüzündeyken her gece izlediğin yıldızın yakından sanıldığı kadar parlak olmadığını fark edince ve tamamen sönüp giderek seni zifiri karanlıkta bıraktığında küçük ama onun kadar parlak birçok yıldızın olduğunu görebiliyorsun. Aslında tek sorun haddinden fazla parladığını sanan o yücelttiğin yıldızınmış."

“İnsanlar bazen hata yapabilir. Yanlış insan ise çorbadan çıkan kıl misali mide bulandırır. O son tabaktır ve değiştiremezsin çünkü açsındır.” 

“Dün içmek zorunda kaldım, doğru. Yeni bir gün, yeni bir yemek. Dünden kalan mide bulantım hala devam etmekte. Hatırladıkça da zaman zaman midemi bulandıracak ama hiçbir şey sonsuza kadar sürmez” 

“Biliyoruz biliyoruz seni. Sende kapılar sert kapanır ve eğer bir gün geçmiş karşına çıkarsa ‘Hayır canım hayır, bu benim mide bulandıran çorbam. Daha önce içtim, şu an hiç tatmayayım’ diyorsun. Biz seni yine de koruduk. Yaşadın ve öğrendin. Tıpkı diğerleri gibi yaşananları iki gün sonra unutup gideceksin. Unutulmayan tek şey nasıl hissettiğin olacak.” 

“Dün bütün gün boyunca dondurma kutusunu açmış da dolma yiyormuş gibi hissettim. İçi başka dışı başka hayatlar. Aslında kimsenin kendiyle bir alakası yok. Hatırladığım tek şey; başkalarının hayatından konuşup durmaları ve bundan haz almaları. Bir insan kendi hakkındaki en’leri nasıl bilmez ! Bir sahil kenarında büyük bir kumdan kale yapan çocuk gibi. Tehlikesiz bir şekilde kum kenarında oynayıp devasa kale yapmayı yetenek bilirler. Ee peki ya deniz ? Senin amacın gerçekten öylece kıyılarda oyalanmak mı ? Ne kadar sığ, ne kadar basit bir yol. 

Hatırlıyorum da üniversite birinci sınıftayken Cengiz Aytmatov konulu bir konferansa katılmıştım. Bir profesör, Aytmatov’u anlatırken kendinden geçiyordu. Onun peşinden nasıl koştuğunu, otelde resepsiyonunda nasıl onunla görüşmek için saatlerce beklediğini anlatıyordu. Konferans sonunda gözleri yaşardı mutluluktan. Güzeldi. Ama tek düşündüğüm şey; 

“ Bütün gün boyunca Aytmatov hakkında konuştuk. Onun hakkında her şeyi artık biliyoruz. Peki ya sizin? Şu an bir profesörsünüz ama adınızı bile hatırlamıyoruz. Neden şu an da birisi sizin başarınız hakkında konuşmuyor? Muhtemelen birçok makaleniz vardır ama neden birisi de kaynakça olarak sizi göstermiyor? Neden adınız geçmiyor yüksek seslerde? 

Ama dünde bunu anladım. Bazı insanlar sadece başarılı insanlar hakkında konuşmak için dünyaya geliyorlar. 

Skip skip skipp… Reklamı atlamak için bir yerlerinde tuşu yok mu diye çok aradım. 

Ama ben buraya seninle elalemin başarısından konuşmaya gelmedim. Seni konuşmaya geldim. Eğer bir susup dinleseydin belki benim Orhan Kemal’im sen olurdun. Yani anlayacağınız zibilyon tane sorum cevapsız kaldı. Bazen insan gerçekten susup dinlemeli. Tek yapmanız gereken bu, kumdan kale yaparken arada durup dinlenmeniz. Böylelikle başınızda dikilip duran kişileri sıkıcı ve bir ‘kuyruk’ olarak düşünmezsiniz. 

Oturduğumuz mekanda, uzakta vantilatörün çarptığı salon bitkileriyle telepatik yollardan konuştuk. 

“Ah zavallı çiçek, şu an tıpkı sana benziyorum. Aslında senden birazcık daha şanslıyım. Belki omuzlarından tutup “Dur artık, yeter! Evet konuştuğunuz kitaplar hakkında fikrim var ve evet dediğiniz filmleri de izledim. Harry Potter, Hobbit, Yüzüklerin Efendisi, Game of Thrones, Vikingler, Star Wars ya da Cesur Yürek. Allah aşkına bunları izlememiş ya da okumamış insan kalmış olabilir mi sence? 

Ama içimden kıs kıs güldüğüm tek eğlence “hayır bilmiyorum” dediğimde yavaşça göz devirmesiydi. Tüh. Bu sıcakta ne yoruyorum seni! 

O yüzden “hayır bilmiyorum, hayır duymadım, hayır okumadım, hayır.. hayır.. hayırrr..:” 

Her zaman bir insanın “hayır bilmiyorum” dediğinde aslında bildiğini biliyorum. Özellikle bir dönem popüler olan şeyleri. Buna eğitim bilimlerinde “geri çağırma” diyoruz. Kodlanmış ve depolanmış bilginin gerektiği zaman geri getirilmesi olayı. Tıpkı:

 “Küçük prens’i okudun mu?

 Bilmiyorum, şu an anımsayamadım. 

Hani vardı ya sarışın bir çocuk tilkisiyle konuşuyordu… 

Ah evet. Uzun zaman önce okumuştum. Çiçeği ölmesin diye gezegen gezegen dolaşıyordu.” 

İşte tüm mesele bundan ibaret. Kim Şeker Portakalı’nın bütün cümlelerini aklında tutar ki? Zeze ve Portuga dersin ve herkes bütün kitabı hatırlayıverir. 

İşte seninle sınavları konuşmak bu kadar anlamsızdı. Ama yine de konu ‘benim’ hakkında olduğu için seninle konuşabilirim. Ama sen bütün gün boyunca ‘kendin’ bile değilken daha fazla ne konuşulabilir? Bunun için de günün en iyi saatti en son Dart oynadığımız saatti. “ ah, hayır ben bilmiyorum” Kötü haber, dartın nasıl hesaplanmasına kadar biliyorum. Sadece bir işi ‘biliyorum’ dersen sen yapmak zorunda kalırsın. Hiç fark etmediniz mi? Yanımızdakiler üç basamaklı sayılarla işlemler yapıyorlardı. Biz hiç yapmadık çünkü üç ile çarpıp toplamadık. E zaten neden dart üzerinde yeşil ve kırmızı bölmelerinin olduğunu düşünmediniz bile. Adamın en sevdiği renk yeşil ve kırmızı olduğundan değildir herhalde! 

Ne dart, ne kırmızı yeşil bölmeler, ne de arkamızdaki langırtçı gençler… O basık yerde korkunç bir şekilde yankılanan yüksek perdeli sesli insanların sesi bile umurumda değil. Sadece “gözlemci olarak buradayım.” 

Ah benim sahil kenarında kumdan kalelerle oyalanan küçüğüm! 

Bir gün dondurma olduğunda seni görmek isterim çünkü şu an yalnızca dondurma kutusunun içindeki biber dolmasından ibaretsin. 

Bir sen yok sende, senden içeri. 

(Üzgünüm Yunus Emre. Dünü yaşayana kadar herkesin vahdet-i vücûd’un bir parçası olduğunu düşünürdüm. Ama bu kadar sığlık içinde yüzen insanların Yaratıcı’nın bir parçası olabileceğini artık düşünmüyorum. Belki de bazı insanlar devriyesini tamamlayamayıp sonsuza dek huruca erişemeden toz halinde uçuşup duracaklar. Tıpkı şimdiki halleri gibi.) 

Kendinize iyi bakınn ve unutmayın; Kötüyse tecrübe, iyiyse anı deyip geçin 💅🏻

Ve Not: Yeni Türk Edebiyatı’nın güncelini bilmek “ben edebiyattan ibaretim” demek değildir. Teşekkürler. 

MORİ

15 Ağustos 23












Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ağlak Kedi Yavrusu Sendromu ( Part Part Anlatım)

Fotoğraf Öykücülüğü... İlham: Tom Hanks