Ne Demiş Anne Frank...
"Gerçeklerden korkmamaya devam edeceğim,
çünkü gerçekler ne kadar ertelenirse,
onları kabullenmek de o kadar güçleşiyor."
Anne Frank.. Daha 15 yaşındaydı küçük ömründe bütün bu olup bitenlerin farkına vardığında. Peki ya ben ? 1 gün sonra 23 olacağım ve gerçeklerden hala kaçmaya devam ediyorum. Anne Frank ile aramızdaki fark gerçekleri görmek istememem olabilir. (Diğer durumlarını saymazsak tabii)
Bence herkes hayatında en az bir olayı tüm gerçekliğiyle kabul edememiştir.
Hadi bugün bu durumu biraz konuşalım. Artık bunu değiştirmenin vakti geldi.
Gerçeklerden ne için kaçarız ? Bizi üzeceklerinden emin olduğumuz için mi ? Sorumluluk almak bizi konfor alanımızdan çıkaracağı için mi ? Ya da bazı şeyleri yaşayamadığımız ve yaşayamayacağımız için mi? gibi gibi gibi... Daha pek çok soruyla bunu pekiştirebilirim. Şimdi itiraf vakti.
Gözlerinizi kapatın ve derin bir nefes alarak özünüze dönün.
Siz neden gerçekleri erteliyorsunuz?
Yaşananları kabullenmek insanı tam olarak özgürleştirmese de biraz olsun hafifletiyor. Eğer bir gerçeği ne kadar çok içselleştirirsek beynimiz bize bir oyun oynuyor ve o olayı yavaş yavaş kabul etmeye, unutmaya başlıyor. Bazen durduk yere içinizi kara buhran bulutları sarıverir. Bunu ilk uyandığınız an da hissedersiniz. Bütün gün boyunca "İçimde bir sıkıntı var ama.." diye bu sıkıntının vücudunuzda nerede olduğunu aramaya başlarsınız. Tam olarak kafanız ağrımıyordur ya da mideniz bulanmıyordur ama sersem gibisinizdir. Ardından sadece 'neyse gönül yorgunluğu galiba' diye geçiştiriverirsiniz.
işte o bulutları dağıtmak için yapmamız gereken şey : Geçiştirmemek ve Ertelememek !
Benim de bu son yaşanan deprem felaketine kadar geçiştirdiğim ya da ertelediğim birçok şey vardı. Kabullenemediğim gerçekler, yazmak istediğim öyküler, bir türlü düzenli olarak başlayamadığım spor, okumaya üşendiğim kalın kitaplar, atamadığım mesajlar, söyleyemediğim sözler... Dün gece oturdum düşündüm. Sevgi üzerine. Biz neden sevgimizi erteliyoruz?
İnsan, yaşadığı sürece, deneyimleyebildiği kadarıyla kısa hayatında hikayeler biriktirir. Şu an hayalinizdeki ya da bir dönem hayatınızda olan insanları düşünün. Hafızanızın her bir odasında dağınık bir şekilde koli koli iyi ya da kötü anılar bırakmışlardır. Günlük hayatımızda kötü, olağanüstü durumlar yaşandığı zaman ister istemez iyi durum kolilerini açıyoruz. Çoğunuz buna 'anlık hata' diyebilir, 'değer vaktinde bilinmeliydi' de diyebilirsiniz ama sizce de hayat bu kadar gurur yapacak kadar uzun mu?
Boşluk, boşluğu doğurur. Bu yıl içimde ukde kalan bütün boşlukları doldurmaya karar verdim. Seviyorsam söyleyeceğim. Ne var ki bunda? Sevgim beni öldürmeyecek ya !
"Acaba benimle barışmak için benden bir adım mı bekliyor ? Beni kırdığının da farkında mı? Hafızasındaki anı kutumuzu açıp hiç aramızdaki buzları eritmeyi düşünmüş müdür?" diye düşünüyordum. Zihnim tıpkı Konya ovasındaki obruklar gibi delik deşikti. Ona, kendi adına açılmış bu boşlukları doldurmak için bir fırsat verdim ve o bu şekilde doldurmayı tercih etti. Sessizlik ile. Peki ya daha çok erteleseydim? Daha çok "ona küsüm daha fazla onu düşünmek istemiyorum." deseydim? Sanırım içindeki obruklar kocaman büyüyüp dünyamı yutacaktı.
İnsan, hayatındaki bazı şeyleri nerede durdurabileceğine karar verebilmeli.
O yüzden sizde oturup düşünün. Sizin bu kadar kafanızı yorduğunuz olaylar karşı tarafın ne kadar umurunda? Belki de sizi çoktan unutmuştur ve siz boşuna günlerce kendinizi yormuşsunuzdur. Sözün özü: Hayat kısa ve sevmeyi unutmayın 💕
Ha birde hayatı yaşamaktan korkmayın... Hayat su misali, her saniye akıyor. Geç kalmayın....
MORİ
Yorumlar
Yorum Gönder